11 Aralık 2010 Cumartesi

TÜRK EVİ KİMLİĞİ -Giriş-

M.Yaşar Duru


Ev; dil bilimi açısından; iki harfli, tek heceli, basit bir kelime... 
Çeşit olarak isim. Hem öyle özel de değil. Taş, toprak, deniz, masa gibi cins ve madde ismi.
Şemsettin Sami Kamus-u Türki’de, “taş, kereste veya tahtadan yap›lan, bir ailenin ayrı olarak oturmasına elveriflli yer” diye tarif eder. 
D.Mehmet Doğan Büyük Türkçe Sözlük’te; “insanların barındıkları yer” demekle yetinir. 
Fransızların dünyaca ünlü Ansiklopedik Lüğati Larousse; “insanların barınmaları için yapılmış yapı” olarak açıklar.
Oysa ev; “dünyada mekan, ahirette iman” diyerek  ahiret gününün sahibi Allah’tan sonra en çok önemsediğimiz ikinci bir kutsal gibidir gözümüzde. Günlük hayatımızda eşimiz, işimiz ve aşımız ile birlikte en çok kullandığımız isimlerden biri ve belki de birincisidir.

Bu mütevazi kelime Türkçe bile değildir. 
Dilimize İbrani-Aramiceden girmiş.  Ne var ki Türkçedeki hiç bir isim gözümüzde ve gönlü müzde, ev kadar değerli ve ev gibi ayrıcalıklı bir yer tutmaz. İki harfli bu küçücük kelimenin sahip olduğu imtiyaza ve şöhrete sahip olmaz.
Ev, kimi zaman diğer eşanlamlıları gibi, aralarında aile bağı bulunan insanların birlikte barındıkları mekanları gösterse de, gönül defterimizde; bir yapıya ad olmanın çok ötesinde; derin, özel ve tarifi sözlüklerin sınırlı sayfalarına sığdırılamayacak kadar geniş anlamlar taşır.

Bu büyüleyici kelimeyi duyunca; sadece dört duvar, yalnız  hayat, salon, sofa, eyvan ve odalardan ibaret bir bina canlanmaz iç dünyamızda. Sadece mutfağı, banyoyu, kapıyı, bacayı, pencereyi, camı, çerçeveyi düşlemeyiz. Maddi bir varlığınn fiziki görünüşünü hayal etmeyiz sadece. Neyin, nerede, nasıl ve nice olduğunu sormaz, sorgulamayız.
Evin dört duvardan başka anlamları da vardır sözlüğümüzde. Bu adı duyunca: önce bu mekanlara hayat veren ve bu mekanlarda hayat bulan insanlar arz-ı endam eder karşımızda.  
Oturma odamızın bir köşesinde tespih çeken dedelerimiz, geçip giden yıllarına titrek sesiyle ağıtlar yakan ninelerimiz, gam dili ile hemhal olan amcalarımız, dayılarımız, teyzelerimiz, halalarımız, kavim, kardeş ve akrabalarımız; hatta arkadafllarımız, komşularımız hayat bulur gönlümüzde.
Hayat şartlarından yakınan babalarımız, günlerini oda ile mutfak aras›nda koşturmakla geçiren analarımız, bacılarımız; muhayyel bir güzelin sevdası ile kendini şiire veren ağabeylerimiz; körebe, sobe, çelikçomak, elim sende ve kovboyculuk  oynadığımız ve beşiğini içli ninnilerle salladığımız kardeşlerimiz canlanır gözümüzde. 





Uzak ya da yakın akrabalarımız, külüne muhtaç olduğumuz komşularımız, akrabadan yakn bildiğimiz dostlarımız, bir küsüp bir barıştığımız arkadafllarımız ve hatta düşman belleyip tek kelime konuşmadıklarımız; bozuk zeminin de düşe kalka oynadığımız daracık sokaklarımız, kiliseden bozma cami, köşe başlarında binek ve sadaka taflları dile gelir adeta.
Muhtar›, azas›, bekçisi, çöpçüsü, müezzini, imamı, hacısı, hocası, kuyucusu, dondurmacısı, ince nacarı, kahkecisi, gazyağcısı, dilencisi, iğnecisi, yol soranı, adres arayanı, alisi, velisi ve delisi ile adlarını gururla andığımız mahallelimiz ve hemşehrilerimiz; hep birlikte harcadığımız en güzel dakikalar, saatler, günler, aylar ve yıllarımız toz pembe bir sisin içinde hüzünle geçer önümüzden.
Zamanı ve mekanı hakça paylaştığımız köpeğimiz, kedimiz; sabahın habercisi kart horoz, tavuklarımız, civcivlerimiz, kurban bayramların da kesmeye kıyamadığımız kınalı kuzular, güvercinler, paytak yürüyüfllü ördekler, kazlar, safkan arap atlarımız, bahçemizin gedikli konukları kumrular, serçeler, kuşlar ve böceklerle rüzgarın sesini duyar gibi oluruz.
Burcu burcu, elvan elvan çiçekler, büyük büyük babamızın diktiği incir ağacı; ninemizin hatırasını yaşatan ihtiyar asma, mis kokulu arabızengi, anamızın kızlarım dediği yediveren gülleri; pencereden el sallayan mor karanfiller, karagöz, fesleğen, balıkağzı, karagöz ve cemi cümle nebatatın yapraklarına düşen çiğ ve susuzluktan çöle dönen mermer havuz gelir aklımıza.
Aydınlık odalar; yere serilen yün yatağ›n rahatlığını ve mangalda küllenen bir avuç meşe kömürünün sıcaklığını ararız zaman zaman. Sonra hayatı bahçesi, demircağı, merdiveni, damı, kısa yaz gecelerini geçirdiğimiz tahtı, çiti; duvarı, penceresi, kapısı, elmastraş boy aynası oymalı ceviz çeyiz sandığı, yer minderi, yatağı, yorganı, şiltesi, perdesi, gramafonu, radyosu, gazocağı, semaveri, idare lambası ve herşeyi ile bu mekanları düşünürüz.
Ders çalıştığımız, oturduğumuz, kalktığımız, en muteber misafirlerimizi ağırladığımız, devli masallar ve uzun dalga Ankara Radyosu’n dan “Ajans Haberleri”ni dinlediğimiz.. hane halkıyla yarınlara dair pembe düşler kurduğumuz, karnımızı doyurduğumuz, uyuduğumuz ve adam gibi adam  olmayı öğrendiğimiz sıra gecelerinden ses veren odaların özlemiyle yanar tutuşur yüreğimiz. 
Bir kova su ile bakır leğenin içinde yıkandığımız kapı arkaları, gedemeçler, eşiklikler.. Pekmez küpünü, ekşiliyi, yağı ve eskileri sakladığımız zerzembeler. Odadan büyük tandırdıklar; ekmek tahtası, aktarma ağacı, sac ve oklava, çamaşır kazanı, küllük ve ocak.. Su curunu, mermer kurna, toprak testi, bakır tas..Dam loğu, loğdur ağacı, kar küreği.. vesaire..
Erkekliğe ilk adımımızı attığımız sünnet düğünü; kirvemiz, sünnetçimiz ve yanaklarımıza dökülen çocukça göz yaşları...  


Amcamızın, abimizin veya bir başka büyüğümüzün zılgıtlarla yolculanan nişan bohçası, güveği esvabı, düğünü, kına gecesi, süphası, gelin hamamı... Ablamızın ak duvağıyla babaevinden ayrılışı. Dünyaya merhaba diyen küçüklerimiz, büyüklerimizin yürek yakan vakitsiz vedaları. Ayrılıklar, ölümler, yaslar..
Ev dört duvar arasına sığdırılacak kadar küçük değildir.
En gizli duygularımız ile en aykırı düşüncelerimizin bitmeyen kavgalarını ve anlaşıllmaz birlikteliklerini böylesine yakınlaştıran, böyle sıcak ve özel gösteren koca bir dünyadı. Harikulade bir medeniyetin beşiği ve muhteşem kültürümüzün sönmeyen ocağıdır.
Böylesine bizim, böylesine bizden ve böylesine bize özgü alemin adıdır ev.
Bu küçük ve mütevazi sözcük; acısı-tatlısı, kederi-sevinci, iyisi ve kötüsüyle, içine sığdırdıklarımız ve dışarı taşırdıklarımızla; alınyazımız, kimliğimiz ve kişiliğimizdir.

1 yorum: