11 Aralık 2010 Cumartesi

TÜRK EVİNİN ADI ÇOK...





Türkler tarihleri boyunca içinde oturdukları taşınabilir ve sabit mekanları; alacık, çadır, tura, topak, kon, konut, konak, ocak, bark, yurt, yuva, yalı köşk, saray, villa, apartman, kat, daire, mesken ve fakirhane gibi isim veya isim soyundan  kelimelerle adlandırırlar. 
Ne var ki; bu isimlerden hiçbiri tek başına evi anlatmaz; Türk insanının eve yüklediği anlam ve işlevleri karşılamaz. 
Ev kadar özel, önemli ve etkili, ; ev gibi yaygın, yerleşik ve kalıcı olmaz. 
Bu adlar; bugün konuşma ve yazma dilimizde evin eş anlamlıları olarak kullanılırlarsa da; gerçekte yaşama mekanlarımızın fiziksel özellikleri, plan tipleri, bulundukları yerler ile içinde oturanların sosyal statüleri ve yaşama biçimleri gibi niteliklerinden bir veya birkaçını gösterirler. Bir kısmı evin anlamını pekiştiren; mekana, hayata veya insana dair duygu ve düşünceleri belirten sıfatlarlardır. Bir kısmı da, kültürel etkileşim sonucu dilimize girerek Türkçeleşen yabancı sözcüklerdir. 
Hemen hepsi, kısmen de olsa, ev kavramının içerdiği olgu ve oluşları anlatır; Türk evi kimliğinin farklı bir rengini gösterir. Etimolojik kökenleri, anlamları ve tanımladıkları mekan tipleri ne olursa olsun; ev ile iç içe ve evin içinde yer alan bu isimleri evden ve birbirlerinden kesin çizgilerle ayırıp tasnif etmek imkansızdır. Belki, tarihsel süreç ekseninde; sabit veya taşınabilir olma özellikleri veya şekillendirdikleri yaşam biçimleri ölçeğinde bir ayırım yapılabilir.
Tarihçiler; Türk topluluklarının tarih sahnesine nerede, ne zaman ve hangi mekanlarla çıktıkları hakkında kesin bir sonuca varmamış olsalar da, zamanımızdan 4000 yıl kadar önce sürüleri ve tek gözlü keçe çadırlarıyla Çin vekayinamelerine geçen “atlı göçebe bozkırlılar”ın Türkler olduğunda ittifak ederler. 
Aynı kaynaklar; ilk yaşama mekanlarına, bugünün Türkiye Türkçesi’nde pek fazla kullanılmayan "alacık" adını verirler. 
Reşid üd din, "alacık"ı; “konik ağaç kabuklarıyla örtülü tahta direklerden yapılmış çadır”  olarak tarif eder. 
Radloff’a göre; “bu isim, bir sıfat olan ala-kırmızı rengi ile ilgilidir”.
Alacık, Türkçe konuşan topluluklarda çadır ve benzeri taşınabilir mekanlarla, belirli mevsim ve zamanlarda kullanılan hafif yapıların adı olarak günümüze kadar ulaşır. Anadolu’nun bazı yörelerinde, çobanların geçici barınaklar ile tarlalarda çalışan köylülerin sığındıkları çalı ve yapraklardan yapılmış  kulubelere de “alacık” denilir.  
Bu bağlamda; kon, çadır, topak, çardak ve kulübe gibi yapılar da  ‘alacık” kavramı içinde yer alır. 
Geleneksel Türk evinin ilham kaynağı ve prototipi olarak kabul edilen “çadır”; başlangıçta ahşap iskelet üzerine keçe kaplı ve konik tavanlı; taşınabilir devamlı yaşama mekanlarının  adıdır. 
Türkçe “çat-mak” fiilinden “-ır” ekiyle türetilen çadır-çat-tır, dilimize evden önce girer ve evle birlikte çağlar boyu gönlümüze kurulur. Son birkaç yüzyılda; yerleşim birimlerinden uzaktaki mera ve tarlalarda kurulan geçici barınakları ifade eder. "Kon" ve "topak" sözcükleri, dış görünümleri ve yapı malzemeleri farlkı çadır tiplerinin adıdır. Kazak ve Türkmen Topak evleri, kubbe biçimindeki tepeliği ile Yörük çadırından ayrılır. "Kon" İran’a komşu Türkmenler arasında etrafı çitle çevrili kıl çadırlar için kullanılır.  
İnsanımıza ev kadar sıcak gelen “yurt” sözcüğü; belirli ve özel mekanlarda bir arada yaşama olgusunu anlatan ve bu olguyu pekiştiren, sıfat görevi yüklenilmiş bir isimdir. Arapça’daki “dar”, ingilizce’deki “home country” veya "home land" gibi, evin bulunduğu yaflama çevresinin genel adıdır. Türkçe konuşan topluluklarda kışın kışlakta her ailenin çadır kurduğu belirli ve sabit yeri gösterir. Bu yerde tek ev ve bir aile yoktur; evler ve aileler vardır. İçinde oturulan, yemek pişirilen ve bir arada yaşanılan somut bir nesnenin yanı sıra; sevgi, güven ve bağlılık gibi duygu ve kavrayışları da anlatır.
Bu sözcükler genellikle,Türk evi geleneğinin dışında gelişimi farklı bir hayat tarzını anlatmak ve oralarda yaşayanların sosyal statülerini vurgulamak amacıyla telaffuz edilirler. Türk evi geleneğini yaşayanlar için alacık, kon ve çadır “göçebe hayat tarz›” demektir. Alacık, Topak, Çardak ve konut “tarım ve hayvancılık”la geçinen toplulukların mevsimlik sabit mekanlarının adıdır.



Yalı, köşk, konak ve saray “zenginliği, burjuvaziyi, askeri ya da sivil bürokrasi ile siyasal gücü” temsil eder. Apartman, kat, daire ve villa; yayg›n deyiflle “lüküs hayat›”, “batı kültürünü”, “çadaşlığı” ve modernitenin egemen olduğu yaşama çevrelerini gösterir. Çağımıza özgü “gecekondu” kavramı, sadece bir barınma ve konut sorununun değil; aynı zamanda, sosyoekonomik yapıdaki kimlik bunalımını, arabesk kültürü ve “varoş tarzı”nın da adıdır. 
Ancak, buralarda yaşayanlar, hangi adla anılırlarsa anılsınlar, içinde oturdukları mekanları “ev” olarak kabul ederler. İş yerinden yafladığı mekana doğru yola çıkan hiçbir insan; apartmana, daireye,villaya, gecekonduya ya da köşke dönüyorum demez. İşten eve gittiğini söyler. Sağmaldan dönen yörük kızının evi yayladaki kara kıl çadırdır. Gecekonduda oturan ailesini terkeden çocuk, eylemini “evden kaçmak” diye tanımlar.
İkibin yıldır dilimizden düşürmediğimiz ev sözcüğü, sözcük ve kavram olarak, bütün bu mekanlarının kesişim noktası; hepsini örten tavan ve kucaklayan ana gibidir. Ev, eş veya yakın anlamlısı olarak kullanılan bu adlarla anılan; yapısal özellikleri ve tipleri farklı bütün mekanları; bu mekanlar ekseninde gelişen olgu, oluş, statü ve hayat tarzları ile birlikte kapsar. Ev çadırdır, konuttur, yurttur, yuvadır, yalı, köşk ve villadır. Fakat çadır, konut, yurt, yuva, yalı, köşk, villa ve diğerleri hep birlikte ya da ayrı ayrı, her zaman ve Türkçe konuşan her toplulukta “ev” demek değildir.
Ev sözcüğü; diğer yakın ve eş anlamlılarından farklı olarak; yapısal özelliklerine ve tiplerine bakılmaksızın; basit ve dar anlamda “yaşanılan mekanlar”ın genel adıdır. Yaygın ve geniş anlamını, çoğunlukla ve en isabetli olarak “aile ocağı” deyimi ile karşılar. Ev kavramı, Batı Avrupa dillerinden farklı olarak, yaşanılan mekanın çeşidini ve tipini göstermekten çok ne işe yaradığını ve işlevini vurgular. Sık sık mekan değiştirmeyi ve yenilemeyi gerektiren göçebe hayat tarzının doğal sonucu olan bu kavrayış; yaşama alanının  somuttan çok, soyut değerlere öncelik verilir. Ki Türk evine özgün kimliğini kazandıran da, bu hayata bakış, algılayış ve kavrayış biçimi olur.
Konak, köşk, saray, kulübe, villa, yalı gibi adlarla anılan mekanlar, birer barınak olmakla beraber, herşeyden önce farklı binaların adı olarak telaffuz edilir. Binayı “ev” yapan özelliklerin başında “yemeklerini bir arada pişirmek” gelir ki, yemeğin pişirildiği ocak Anadolu’nun pekçok bölgesinde “ev” anlamında kullanılır. Ocakta yanan “od” da aynı anlamı içerir. “Ev” bazı yörelerde “aile ocağı” deyimi ile anılır. 
Bir cümle ile belirtmek gerekirse; Türk insanı; sosyal, ekonomik, kültürel veya folklorik; hangi açıdan bakılırsa bakılsın; insan yaşamının her anında önemli ve anlamlı bir yer tutan evi “ben”in veya “biz”in farkını farkettiren bir kimlik olarak kabul eder.




Ne gariptir ki, zamanımızdan 1500 yıl önce tarih sahnesine ulus adıyla çıkan Göktürklere ait ilk yazılı belgelerde yer alan bu sözcük, Türkçe değildir. Dilimize Sami-Arami dillerinden girer. Mısır, Yunan, Fenike, İbrani, Arap, Sami-Arami ve bilinen diğer eski alfabelerde “b” harfinin okunuşudur.  Sami-Arami dillerinde “bet”, Fenike ve İbrani dillerinde “beth”, Sümerlerde “ab”, Yunanca’da “beta”, Arapça’da “beyt” olarak seslendirilir ve şekil olarak genellikle tek veya iki odal› bir evi çağrıştırırlar. Bu alfabeleri kullanan dillerde yaşama mekanlarının adı olarak kullanılırlar.
Göktürk alfabesinde çadırı andıran bir şekille gösterilir. “Eb” şeklindeki okunuşu zamanla ve başına lehçelere göre değişen sesler getirilerek “av”, “ab”, “ap”, “ib”, “öi”, “üi”, “üg” ve“ög”  şeklinde kullanılır. Özbek lehçesinde "uy", Oğuz’da “ev” olur. Türkçenin bütün lehçelerinde kullanışlarına bakılırsa, iki harfli bu sözcükler daha çok “aile” ve  “klan” anlamlarını içerir.  
Evden türetilen kelimeler de bu savı doğrular. 
Evlenmek, Türkçenin hiçbir lehçesinde “bina  yapmak” veya “konut almak”, “bir barınağa sahip olmak” anlamına gelmez. 
Bütün lehçelerde “dünya evine girmek”, “hayatını karşı cinsten biriyle birleştirmek” ve “eş almak” demektir.  
Evliliğin tarafları “evdeş”; başlarını sokacak bir kulubeleri dahi olmasa, medeni halleri “evli” diye anılırlar.
“Ev yıkmak” da, aynı şekilde “bir aileyi yıkmak, aile huzurunu bozmak” anlamında kullanılır. 
Azeri lehçesinde “aile sorumluluğunu taşıyan aile reisine ”evdar” denilir. 
“Evcek” sözcüğü, “bütün aile birlikte” veya eski deyimle “maile”nin karşılığıdır. 
“Evcimen” ailesine bağlı insanları niteleyen bir sıfattır.
Yatılı okuyanların ve askerlerin, hafta sonlarını bulundukları yerdeki akraba veya tanıdıklarının yanında gecirmeleri “evci çıkmak” olarak resmi belgelerde yer alır. 
Çocuklar›n aile hayatını dramatize eden oyunun adı “evcilik”tir. 
Çalışmayan evli kadınlara, barındığı mekana bakılmaksızın “ev hanımı” denilir. 
Ev hanımlarının yemekten temizliğe ve nakıştan dikişe kadar, günlük uğraşlarının tamamı “evişi” kavramı altında toplanır.
Günümüzde apartman dairelerinde beslenen kedi, köpek benzeri hayvanlar “evcil” olarak tanımlanır. 
Kaplumbağalar, günlerinin bir bölümünü sabit mekanlarda geçirdikleri halde, “evi sırtında” varlıklar diye tanımlanırlar. Aynı tanım, en azından gecelemek üzere bir yerde konaklayan gezginler için de kullanılır. 
Yalıda, köşkte, konakta ya da gecekonduda üretilen katı ve sıvı atıkların üretildikleri alanla ilişkileri “evsel” sıfatıyla belirtilir.  Her tipte konutun içinde yer aldığı özel yeşil alanlar “evsel bahçe”lerdir.
Konak, köşk, saray, kulübe, villa, yalı gibi adlarla anıan mekanlar, birer barınak olmakla beraber, herşeyden önce farklı binaların adı olarak telaffuz edilir. Binayı “ev” yapan özelliklerin başında “yemeklerini bir arada pişirmek” gelir ki, yemeğin pişirildiği ocak Anadolu’nun pekçok bölgesinde “ev” anlamında kullanılır. Ocakta yanan “od” da aynı anlamı içerir. “Ev” baz› yörelerde “aile ocağı” deyimi ile anılır.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder